Bileklerimden kan değil adeta gelecek akip gidiyordu. Yavaş... Emin adımlarla... Yaşadığım süre boyunca harcayacağım bayat hava, ailemle geçireceğim yavan zaman, dinleyeceğim saçma sapan müzikler, okuyacağım ikinci sınıf kitaplar, sevip dokunamayacağım güzel kızlar, sevmeyip sevişeceğim çirkin kadınlar... Hepsi kırmızı renkli bir sıvıya dönüşmüş yavaşca beni terkediyor. Terketmiyorlar, istenmediklerini farkına varip çekip gidiyorlar. Ya da kendimi mi kandırıyorum, sıkıldılar mı acaba mahkumiyetlerinden? İlk fırsatta firar mı ediyorlar benden? Önemsiz...
Hisler, düşünceler, çekinceler , tabular hepsi soluklaşıyor.Ne ilahi dinlerdeki gibi cennete ya da cehenneme gidip rutin mutluluklar yahut bitmez acılar çekeceğime inanıyorum ne de budanın takipçileri gibi çiçek böcek olarak hayata döneceğime. Biliyorum, yaşama gelmeden önce nasıl hissediyorsam, öldükten sonra da aynısını hissedeceğim. O zaman korkunun anlamı var mı diye düşünüyorum? Düşünüyordum. Bembeyaz mermerleri kırmızıya bulayan kan, yanıtım olarak kabul edilebilir sanırım.
Somut olan ne varsa , yavaş yavaş varlığını yitiriyor.“Doğum insanları eşit kılar, ölüm ise seçkinleri belirler” diye bir yazı okumuştum. İnanmadım. Biliyorum milyarlarca kişi öldüğümü farketmeyecek bile. Milyonlarcası adımı bile ağzına almayacak. Binlercesi hayatlarındaki ufacık yerimi başkasına vermeye bile layık görmeyecek. Yüzlercesi sevinecek göçüşüme. Onlarcası ağlayacak bir damla bile gözyaşı dökmeden. Ama sahte üzüntüler kemiklerimi falan sızlatmayacak. Bilmeyeceğim ki neler olup bittiğini. Ben yoluma gitmiş olacağım. Olmayan yoluma. Çıkmaz sokağıma.
Tüm yollar kapanıyor. Nihai yol çıkmazlaşıyor.Çok çaba sarfeden insanları görmüştüm. Hepsi bir sürü şeyden taviz verip bir gün daha fazla nefes alabilmek için tırmalayip durdular. Kimi son günde anlamsız olacağını farkına bile varamadıkları şereflerini önemli birşeymiş gibi sattılar, kimi yalanlarla yaşayip tek gerçeğin “hiçlik” olduğunu son anda farkettiler. Sevdiklerinin mutluluğunu ön plana koyanlar da vardı, dağınık hayatlarında bencilliklerinde boğulan insanlar da. Türlü gibi bir dünyada yaşıyorum. Yaşıyordum.
Sevmek, nefret etmek, aşık olmak; hepsinin mumu sönüyor. Yalanlar gerçek açıyor dallarında.Zaman dediler, pek kıymetli dediler. Tanrının en büyük hediyesi dediler, geri gelmez bir kum saati dediler. Hepsini size bırakıyorum, alın benim zamanımı da siz yaşayın. Yaşayın ki kocaman pişmanlıklar duyun, yaşayın ki nice özlemler yaşayın, yaşayın ki nice acılar tadın, yaşayın ki nihai sona ölüme hazırlıksız yakalanın. Tek bir son var ve bu son geldiğinde hiçbir şeyin anlamı yok, ne maddiyatın ne maneviyatın, tek bir şeyin önemi var: o da yokoluş....
Sessizlik artıyor, sesler bulanıklaşıyor, son gemi sessiz ama net bir şekilde demir alıyor kan kırmızı ufka doğru...Dünya değişik bir yerdi. Her mutluluk onu kaybetmenin getireceği acıyı düşündürüyor, bu da dolayısıyla mutsuzluğu doğuruyordu. Doğurganlık her zaman bereket anlamına gelmiyordu mitolojideki gibi. Hayat zaten anlatılanlardan okunulanlardan pek farklıydı. Hayat acımasızdı. Hayat boştu. Hayat anlamsızdı. Hayat bombok bir yerdi. Kurtuluyorum. Kırmızı sıvım bile kalmıyor. Hem ışık falan da gördüğüm yok...
Ölümün nefesi hiçlik kokuyor, yaşam nefessiz kalıyor...Diyecek söz kalmıyor geriye, zaten yazacak mürekkep de bitiyor. Kan kalmıyor kalemin içinde. Bir kalem gibiydim, kalem yazar da ne yazdığını bilmez ya; ben de yaşıyordum ama ne yaşadığımı bilmiyordum. Tükenmez sandığımız, tükenmez gibi yaşadığımız yaşamın aslında tükenebilir oldğunu kanıtladım bir kaç saniye önce. Öld.......
Fatih Gürçay
:thumb120402751:
:thumb120238778:
:thumb119894991:
:thumb119787211:
:thumb119684945:
:thumb119494766:
:thumb120301893: :thumb120400955:
:thumb120349061:
:thumb120355469:
:thumb117964617:
:thumb119900181:
:thumb117092590:
</a>